19 Kasım 2013 Salı

Biyoinformatik Eğitimleri ve İhtiyaçlarımız - Tespitler

Blogdan takip ettiğinizi umuyorum, 10 gün önce bir biyoinformatik eğitiminde daha eğitim verdim ve içerik biyoinformatiğe giriş odaklıydı (çok eğlenceli ve verimli bir eğitimdi, katılan herkese teşekkür ediyorum:) ). Bu hafta sonu da daha ileri düzey konuların anlatılacağı başka bir eğitimde yer alacağım. Hem önümüzdeki haftaki eğitimin zihinsel hazırlığı, hem de geçmiş eğitimler ve e-posta yoluyla gelen soruları bir araya getirerek bir yol haritası ve genel bir biyoinformatik eğitimi standardı oluşturmaya çalışıyorum. Ayaklarımı yere sağlam basabilmek için, tespitlerle başlamalıyım:

İlk tespitim biraz sıradan olacak: eğitimini aldığımız konuların arkasında yatan mantığı anlamaya dayalı bir eğitim kültürümüz yok, eğitim sistemimiz de bundan nasibini fazlasıyla alıyor. Günü kurtarmak motivasyonuyla öğrendiğimiz / öğretildiğimiz bir çok şey çok geçmeden unutuluyor. Bu olumsuz birikim de bir süre sonra bize şu soruyu sorduruyor: bu bilgiyi gerçek hayatta nasıl kullanabiliriz? Bu soruya cevap bulamadığımızda ise en başa dönüp yine günü kurtaracak kadar öğreniyoruz. Öğrenmesi ve uygulaması fazlasıyla zevkli olan konularsa bir anda kabusa dönüyor.

İkinci tespitim doğrudan yukarıdakiyle bağlantılı. Eğitim verdiği alanda çok az zaman geçirmiş veya neredeyse hiç zaman geçirmemiş, ve bu alanı da tutkuyla sevmeyen insanları ilkokuldan üniversiteye kadar bir çok alanda öğretmen olarak görevlendiriyoruz. Çünkü kalabalık bir nüfusumuz var, çünkü çok öğrenci var, ve çünkü çok öğretmene ihtiyacımız var. Yine günü kurtarıyoruz, ve dersin boş geçmemesi için mevcut seçenekler dahilinde (ve sınırları zorlamadan) en uygun çözümü bulmaya çalışıyoruz. Bu tarz bir çözüm nadiren en iyi çözümdür, sorunu yalnızca ortalama seviyede çözer. Ve biz standart sapmanın her iki ucundakileri gözümüzü kırpmadan harcarız. Hayatınıza bakın, sizin hangi ilginiz törpülendi?

Üçüncü tespitimde biraz daha çemberin dışına çıkıyorum: mevcut teknolojiyi ucundan dahi olsa üret(e)mediğimiz için, yeni bir şeyin nasıl üretildiğini anlayamıyoruz. Bu ilginç bir durum: galiba empati yapamıyoruz. Galiba tam da bu nedenle, etrafımızda kendi çapında ve amatör bir ruhla bir şey üretmeye kalkanlara çılgın veya deli gibi bir yakıştırma yapıştırıveriyoruz. Biz, yeni bir şeyin nasıl yapılabileceğini bilmiyoruz, görmeyeli çok uzun zaman oldu. Tam da bundan ötürü, o işin arkasında yatan emeği takdir edemiyoruz. Ekmeğe saygımız var, ekmeği yapana saygımız var, çünkü sadece bunu görebildik, sadece ekmeğin üretiminde yer alabildik. Ama eskiyen telefonumuzu -maddi veya manevi olarak-çöpe atarken aynı saygıyı gösteremiyoruz, çünkü arkasındaki emeği algılayamıyoruz, hayal gücümüzle kavrayamıyoruz.

Dördüncü tespitimse insan kaynağımızla ilgili. Bizde insan çok, kalabalık bir ülkeyiz. Birimiz bu kalabalıktan bir nedenle ayrılsa dahi, diğerlerimizin ruhu duymuyor. Çünkü yerine geçecek adam çok. Hele bir de bunu, bundan belki yüz yıl öncesinin yaklaşımıyla taçlandırıyoruz: devlette (veya bir kurumda) devamlılık esastır, ve biri gelir diğeri gider. Bizde adam çok, biri gelir diğeri gider. Bu nedenle işinin ehli bir otobüs şöförü bulamasak dahi onun yerine geçebilecek bir dolmuş şöförü bulabiliriz; biri ölümlü üç kazaya karışsa dahi. Amacım olumsuz örneklerle sizi boğmak değil, sadece tespitler üzerinden sağlam bir zeminde hareket etmeye çalışmak. Tam da bu nedenle, biyoinformatik anlatacak birisini nasılsa buluruz. Hatta bu seçenekler arasından da en ucuzunu, hatta bedava olanını bulur, bir bedel ödemeden hazır bir şekilde durumdan yararlanırız. Bu yanılgı da bizi bir sonraki tespite götürüyor.

Beşinci tespitim ise hayata bakışımızla ilgili: mevcut dünya anlayışımız kapitalist bağlamda şekillenmiş. Hemen aklınıza bu kavramın ideolojik boyutu gelmesin: temel başarı ölçütünün kazanılan/kazandırılan para olduğu ve başarının da parayla ödüllendirildiği bir sistemden bahsediyorum kabaca. Ancak bu sistemi de biz kendi değerlerimize göre oluşturmadığımız ve şartlar doğrultusunda (sosyoloji boşluk kabul etmez) fazlasıyla hızlı bir biçimde benimsediğimiz için, bazı şeyleri gözden kaçırıyoruz. Verginin veya belediye hizmetlerine ödenen ücretin ne olduğunu tam olarak anlayabilmiş değiliz. Bundan ötürü olsa gerek, vergilerimizin nasıl kullanıldığı üzerinde tasarrufumuz da yok, fikrimiz de. Otobüse biletsiz binmekle kalabalık otobüslerde seyahat etmek arasındaki bağı belki de bu nedenle açık bir şekilde kavrayamıyoruz. Veya, bir üniversiteden ya da bir kamu kuruluşundan aldığımız hizmetin aslında bedava olmadığını, hatta çoğu zaman normalinden çok daha pahalı olduğunu ama bu bedeli hayat standartlarımızın düşmesiyle ödediğimizi net bir şekilde fark edemiyoruz. Bir yakınımız gerekli şartları taşımadığı halde bir kamu kuruluşuna girdiğinde seviniyoruz, ancak bu çarpık sistemin devam etmesine giden yolu açık tuttuğumuzu ve bu nedenle verimsiz bir şekilde çalışarak tam maaş alan onbinlerce kamu görevlisini kendi cebimizden beslediğimizi berrak bir şekilde göremiyoruz.

Altıncı ve son tespitim ise iki ucu keskin bıçak gibi: problemleri pratik bir şekilde çözmek konusunda çok iyi eğitimliyiz. Büyük resmi hızlıca görüp, eksik ve zayıflıkları kolaylıkla farkedebiliyoruz.

Bu tür konulara girdiğimde genelde olumsuz şeyler yazıyorum, ancak bunların sebebi karamsar olmam değil. Uzun bir süre önce toplum olarak (gözünüzün önüne gelen resmi istediğiniz kadar genişletebilirsiniz) büyükler liginden çıktık, ve çırpınıp duruyoruz. Zayıf yanlarımız kuvvetli yanlarımızdan çok daha fazla olduğu için bulunduğumuz yerdeyiz. İster kendimiz, ister bir sevdiğimiz, ister muhtemel çocuk ve torunlarımız olsun, daha iyi bir yerde olabilmek için bugünü doğru bir şekilde inşa etmemiz lazım diye düşünüyorum, aksi takdirde yarın olduğunda hemen yıkılıyor yaptığımız şeyler.

Bir sonraki yazımda, bu tespitler ışığında kısa ve orta vadede biyoinformatik alanında neye ihtiyacımızın olduğuna dair düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Sonrasında ise nasıl bir metodoloji izlenebileceğine ilişkin fikirlerimi yazmayı planlıyorum. Herhangi bir aşamaya ilişkin yapıcı fikir, düşünce ve/veya önerilerinize açığım, bunları benimle paylaşırsanız büyük memnuniyet duyarım.


Sözün Özü:
Yarın bugünden inşa edilir. Daha odaklı olarak düşündüğümüzde ise, yarın biyoinformatik alanında yetkin olabilmek için kültürel özelliklerimize uygun bir yaklaşımı bugünden oluşturmalıyız. 



Proje:
Biyoinformatiğe ilgili üst düzey bir kamu görevlisi (başbakan, bakan, müsteşar vb.) olsaydınız ve kısıtlı imkanlarınız olsaydı, temelleri atmaya nereden başlardınız? Hayatın gerçeklerinden kopuk olmayan ve en az 20 yıl geçerliliği olacak bir yol planını nasıl hazırlardınız? Peki bu süre 50 yıl, 100 yıl veya 250 yıl olsa, planlarınız nasıl değişirdi (insan ömrünün ortalama 75 yıl olduğunu göz önünde bulundurun)?

Meraklısına:
Bir sistemi kurmak çok zordur ve toplumsal olarak bu konuda gerçekten de çok iyiyiz. Ancak konu sistemin devamlılığı olduğunda sorunlar yaşıyoruz. Bu işin literatürdeki adı proje yöneticiliği, ve bu konu üzerine yazılmış bir çok kitap var. Harvard Business Review Türkiye adlı aylık dergi bu alana ilgi duyanlar için çok iyi bir başlangıç noktası: bugünkü dünyayı şekillendirenlerin nasıl düşündüğünü anlamak adına çok iyi bir referans kaynak.